Hazır mıyız? Yeni normalin başlangıcına. Her şeyi fazlasıyla tüketmiştik ve sanki evren önce bize bir dur dedi sonra da ikinci bir şans verdi. Bakalım bu sefer şansımızı iyi değerlendirebilecek miyiz?
Son iki ayda neler yapmıştık önce bir onu hatırlayalım. Pek çoğumuz işimizi evden idare etmiş gerekmedikçe dışarıya çıkmamış, çekirdek ailemizle bol bol kekler, poğaçalar, sofralar hazırlayıp minik oğlumun değişiyle hepimiz biraz “tombişlemeye” başlamıştık. Ev işlerinin kadına ait bir iş olmadığını, hem çocuk hem ev bakımının her iki cinsiyetin paylaşması gerektiğini de trajik komik sosyal medya videoları ile sonunda toplum olarak idrak ettik. Litrelerce klorak kullanıp ellerimizi parçaladık, eve gelen kargolara dahi balkonda karantina uyguladık. Evde ekmek yapmayı, yoğurt yapmayı cümleten öğrendik. Bol bol film ve dizi izledik bol bol kitap okuduk ve evde de çok güzel zaman geçtiğini gördük.
Büyüklerimizi çok çok özledik özellikle de onların sağlıkları için ciddi endişe duyduk. Pandemi öncesi üzüldüğümüz dert ettiğimiz şeylerin ne kadar anlamsız olduğunu fark ettik.
Sadeleştik, arındık, yavaşladık…
Hayatın aslında o kadar da hızlı akmadığını istersek bu süreci çok rahat yürütebileceğimizi, bir toplantıya katılmak için kilometrelerce yol kat etmek gerekmediğini fark ettik.
Tasarrufun ne kadar önemli ve gerekli bir kavram olduğunu anladık.
Hayatın paylaştıkça güzelleştiğini ve vermenin dayanılmaz hafifliğini, verdikçe bolluğun hayatımıza girdiğini ve zaten asıl bolluk ve bereketin sağlığımızdan başka bir şey olmadığını gördük.
Ve şimdi ikinci perde aralanıyor. Yeni normal diye bir süreç giriyor hayatımıza…
Benim yeni normalden anladığım günlük hayatımıza çok dikkatli bir şekilde geri döneceğimiz sosyal mesafeyi koruyacağımız. Hijyenimize her zamankinden fazla önem vereceğimiz yine çok gerekmedikçe ortalarda dolaşmayacağımız bir süreç başlıyor.
Bugün 1 Haziran ve ben sabah erkenden ilkokul çocukların ilk okul günü heyecanı ile başladım yeni normalime. Ancak maalesef gördüğüm manzara beni oldukça korkuttu. Sokaklar biz sanki 3 aydır eve kapanmamışız ve COVİD-19 hayatımıza hiç girmemiş gibiydi. Ne sosyal mesafe ne maske ne eldiven… Sıradan normal bir gündü!
Evet vaka sayısı oldukça azaldı ama bu hain virüs hala ilk günkü tehlikesiyle aramızda dolanmaya devam ediyor. Unutulmamalı ki bu virüs tüm dünyaya sadece tek bir kişiden yayıldı. Yani vaka sayısının az olması değil hiç olmaması ya da güçlü korunma ve tedavi yöntemlerinin bulunması bizi bir nebze olsun rahatlatabilir.
Umarım bu korkunç manzara karşısında birkaç hafta içerisinde eski kara tablolara tekrar dönmeyiz.
Bana soracak olursanız ben hala ilk günkü kadar tedirginim. Tabi ki eski normalimize, işimize, günlük yaşamımıza yavaş yavaş döneceğiz ama bunu daha kademeli ve daha yavaş geçişler halinde yapmakta fayda var.
Ben bir süre daha kuaföre, AVM’lere, cafelere ve restoranlara gitmeyi; çok gerekmedikçe seyahat etmeyi planlamıyorum.
Bir süre daha kendi kabuğumda yaşayıp bol bol çekirdek ailemle zaman zaman geniş ailemle evimde yemekler yiyip bol bol kitap okuyup, oğlumla oyunlar oynayıp balkonda eşimle sohbetler eşliğinde bu seneyi sağlıkla bitirmeyi hedefliyorum.
Bize verilen bu yeni şansı en iyi şekilde değerlendirmek ve karantina sürecinde daha önceki yazılarımda da bahsettiğim içselleştirmeleri pekiştirmek için bu günler bulunmaz fırsat. Çünkü tekrar o eski koşturan, kendimizi unutan ve kendimizden çıkan halimize geri dönmeden önce bu yeni turu, yeni şansı en iyi şekilde değerlendirmeli, kozamızdan tam manasıyla yenilenerek çıkmalıyız. Çünkü dünya da bunu, bu pozitif yenilenmeyi istiyor.